Orta Çağ'da Avrupa'da yaşanan değişim süreci, Kilise'nin otoritesinin sarsılması, bilimsel ve kültürel ilerlemeler ile Reform ve Rönesans ile şekillenmiştir
Orta Çağ'da Avrupa, Roma Katolik Kilisesi'nin ve Papalık'ın hakimiyetindeydi. Kilise, siyasi, sosyal ve ekonomik alanda en yetkili kurumdu.
Kilise, eğitim ve öğretim alanında da söz sahibiydi. Oxford, Paris ve Bologne gibi dönemin önemli üniversitelerinde Skolastik felsefeyi uygulamaya koymuştu. Skolastik düşünce, felsefeyi dinin alanına uygulayarak meseleleri kavranılır kılmaktı.
Kilise, bu felsefeye karşı çıkanları Engizisyon mahkemelerinde yargıladı ve suçlu görülenleri aforoz etti.
Aforoz cezası alan kişiler, ruhani ögelerden yoksun bırakıldı ve mensup oldukları topluluktan, dinî ritüellerden ve dünyevi mallardan mahrum kılındı.
Kilise'nin baskısı nedeniyle bilimsel çalışmalar ilerleyemedi. Aristo'nun öğretileri esas alındı ve yeni düşünceler üretilmedi.
Veba gibi ölümcül hastalıkların tedavisi için din adamlarına gidildi ve tıp gelişmedi.
Coğrafi Keşifler sonrası Avrupa'da faaliyet alanlarını genişleten burjuvazi, kilisenin ekonomik faaliyetlere karşı kısıtlayıcı ve aşağılayıcı yaklaşımından kurtulmak istedi.
Savaşlar için paraya ihtiyaç duyan krallar ve asiller, tüccarlara ihtiyaç duymaya başladı ve onlara karşı tutumları değişti.
Tüccarlara karşı hissedilen aşağılama duygusu yerini hayranlık ve saygıya bıraktı ve serbest ticaret yapmalarına göz yumuldu.
XIV. yüzyılın ortalarında İtalya'da başlayan Rönesans, bilim, güzel sanatlar ve edebiyat alanındaki gelişmeleri ifade eder.
Rönesans'ın ortaya çıkışında İslam medeniyetinin katkısı büyüktür.
Müslümanlar, Eski Doğu ve Antik Yunan eserlerini çevirmiş ve yeniden yorumlamışlardır.
Avrupalılar, İslam medeniyetinin bu birikimlerinden yararlanarak skolastik düşünce yüzünden yitirdiği Eski Yunan felsefesini yeniden keşfetmiştir.
Hümanistler, insanın saygınlığını ve potansiyelini takdir etmeyi esas alan bir yaklaşımı benimsemişlerdir.
Hümanizmin etkisiyle Avrupa'da tarih, felsefe ve şiir alanlarında çalışmalar yapılmıştır.
"Bir şeye yeniden şekil verme" anlamına gelen Reform, Katolik Kilisesi'nin kurduğu baskıya karşı Almanya'da başlayıp diğer Avrupa ülkelerine yayılan ve Hıristiyanlığın aslına dönülmesini savunan harekettir.
Hümanistlerin hür düşünce ve insanın değeri üzerindeki çalışmaları, Tanrı-insan ilişkilerinin yeniden ele alınmasına sebep olmuştur.
Kilise harcamalarının artması üzerine Papa X. Leon, endüljansın uygulanmasını istemiştir.
Alman ilahiyatçı Martin Luther, endüljansı tehlikeli bir uygulama olarak görmüş ve "95 Tez"ini ilan ederek görüşlerini kilise kapısına asmıştır.
Luther'in başlattığı reform hareketi, Avrupa'da büyük destek görmüştür.
Reform hareketi sonucunda Fransa'da Calvinizm, İngiltere'de Anglikanizm mezhepleri ortaya çıkmıştır.
Rönesans ve Reform hareketleri, Avrupa'da büyük değişimlere yol açmıştır.
Bu hareketler, kilisenin otoritesinin sarsılmasına, bilimsel çalışmaların ilerlemesine ve yeni düşüncelerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Bu sayede Avrupa, Orta Çağ'ın karanlık dönemini geride bırakarak yeni bir çağa adım atmıştır.
Ek Kaynaklar:Avrupa, XVI. yüzyılda, Rönesans ve Reform hareketleriyle birlikte büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Bu dönüşüm, siyasi, sosyal, ekonomik ve askerî alanlarda da etkisini göstermiştir.
Reform hareketi, Katolik Kilisesi'nin yolsuzluklarına karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Martin Luther, 1517 yılında kiliseye karşı 95 Tez'ini yayınlamış ve bu, Protestanlığın doğuşuna yol açmıştır.
Reform hareketi, Avrupa'da dinî bir bölünmeye yol açmıştır. Katolik ve Protestan devletler arasında uzun yıllar süren din savaşları yaşanmıştır. Bu savaşların sonunda 1648'de Vestfalya Barışı imzalanmış ve Avrupa'da kalıcı bir barış sağlanmıştır.
Merkantilizm, Avrupa'da XV ve XVIII. yüzyıllarda hâkim olan bir ekonomik sistemdir. Bu sistem, ülkelerin güç ve zenginliğinin sahip olduğu değerli madenlerle ölçülebileceği fikrine dayanmaktadır.
Merkantilizm, Avrupa'da ekonomik bir kalkınmaya yol açmıştır. Ancak, aynı zamanda sömürgeciliğin yayılmasına da neden olmuştur.
Mutlakiyetçilik, kralların sınırsız yetkiye sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Bu yönetim biçimi, XVI. yüzyılda Avrupa'da yaygınlaşmıştır.
Mutlakiyetçilik, Avrupa'da güçlü devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu devletler, sömürgeciliği yayarak ekonomik güçlerini artırmışlardır.
Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan itibaren çeşitli alanlarda değişimler yaşamıştır. Bu değişimler, ekonomik, toplumsal, siyasi ve kültürel alanlarda meydana gelmiştir.
Osmanlı Devleti'nin ekonomisinde en önemli gelişmelerden biri, 16. yüzyılda başlayan enflasyon olmuştur. Enflasyon, malların ve hizmetlerin fiyatlarının sürekli olarak artmasıdır. Osmanlı Devleti'nde enflasyonun başlıca nedenleri şunlardır: Aydınlanma Çağı'nın ünlü bilim insanlarının teorileri, Avrupa'daki siyasi ve toplumsal değişimler ve Sanayi Devrimi'dir.
Bilim Devrimi; Batı dünyasının kültürüne, siyase- tine ve toplumsal yapısına yeni bir soluk getirmiştir. Bu sayede Avrupa öncülüğünde, bilim, teknoloji ve sanat alanında hızlı bir ilerleme yaşanmıştır. Sanayileşme sürecinin de başlamasıyla birçok ekonomik, toplumsal ve siyasi alanda önemli değişiklikler yaşanmıştır.
Osmanlı Devleti'nde toplumsal değişimlerin en önemlilerinden biri, yeniçerilerin gücünün artmasıdır. Yeniçeriler, Osmanlı Devleti'nin en seçkin askeri birliğiydi. Yeniçeriler, padişaha karşı sık sık ayaklanmış ve hatta padişahları tahttan indirmişlerdir. Yeniçerilerin gücünün artması, devletin yönetiminde askerî sınıfın etkisinin artmasına yol açmıştır.
Osmanlı'da Değişimin Nedenleri ve Sonuçları
Osmanlı Devleti'nde Değişimin Nedenleri ve Sonuçları
Coğrafi keşifler, Avrupa'da Rönesans hareketlerinin gelişmesi ve denizcilik bilgisinin artmasıyla başlamıştır. Keşifler sonucunda yeni ticaret yolları bulunmuş ve yeni kıtalar keşfedilmiştir. Bu durum, Avrupa ekonomisini canlandırmış ve yeni bir dönem başlatmıştır.
Coğrafi keşifler, Osmanlı Devleti'nin ekonomik ve siyasi olarak zayıflamasına yol açmıştır. Bu durum, Osmanlı'nın daha sonraki dönemlerde yaşadığı çöküşün temellerini oluşturmuştur.
Kaynaklar:Osmanlı Devleti, 16. yüzyıldan itibaren ekonomik ve askeri sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Bu sorunların başlıca nedenleri Avrupa'nın gelişimi, kapitülasyonlar ve Askeri Devrim'dir.
Osmanlı Devleti, ekonomik ve askeri sorunlar nedeniyle 17. yüzyıldan itibaren gerilemeye başlamıştır. Bu gerileme, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin yıkılmasıyla sonuçlanmıştır.
16. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri yapısı Avrupa'daki değişimlere ayak uyduramamıştır. Yeniçeri ocağı sayısının artırılması ve sekban, sarıca ve levent gibi geçici piyade birliklerinin oluşturulması beklenen sonuca ulaşamamıştır. Bu durum, lojistik becerileri zayıflatmış ve savaşın finansmanı ve birliklerin harekete geçirilmesi gibi konularda devleti farklı unsurlara bağımlı hale getirmiştir.
Tımar sistemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun temel kurumlarından biriydi ve ordunun büyük bir bölümünün finansmanını sağlıyordu. Ancak 17. yüzyıldan itibaren tımar sisteminde aksaklıklar görülmeye başlamıştır. Bunun başlıca nedenleri şunlardır:
Tımar sisteminin bozulması sonucu Osmanlı Devleti lojistik ihtiyaçlarını giderme konusunda sıkıntıya düşmüştür. Hazineye hiçbir yük olmadan karşılanan ihtiyaçlar artık büyük sorunları beraberinde getirmişti.
Osmanlı İmparatorluğu'nun askeri dönüşümü ve tımar sisteminin bozulması, devletin Avrupa ile rekabet gücünü zayıflatmıştır. Bu durum, 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu'nun gerilemesinde önemli bir rol oynamıştır.
Videolar: Osmanlı İmparatorluğu'nda Askeri Dönüşüm Tımar Sisteminin Bozulması Diğer Kaynaklar: Janissaries - Britannica.com Tımar Sistemi Nedir, Nasıl İşlemektedir? - TürkDefteri.comOsmanlı Devleti, Klasik Dönem'de toprağa dayalı bir ekonomik sistem uygulamıştır. Bu dönemde fethedilen araziler mirî arazi şekline getirilmiş ve tahriri yapıldıktan sonra kanunnamelerle koyulacak vergiler tespit edilmiştir. Osmanlı vergi sistemi, temelde örfî ve şeri olmak üzere iki kısma ayrılmıştır.
Öşür, haraç, cizye gibi şeri vergiler; ayni veya nakdî olarak tahsil edilmiştir. Örfî vergiler ise şeri kurallara dikkat edilerek gerek görülen zamanlarda alınmıştır.
Osmanlı Devleti, farklı dönemlerde uyguladığı ekonomik politikalar gereği vergi düzenlemeleri yapmak zorunda kalmıştır. Devlet; başta savaş olmak üzere deprem, kıtlık, salgın gibi özel durumlarda da değişik isim ve miktarlarda yeni vergiler koymaya mecbur kalmıştır. XVII. yüzyılın başlarından itibaren mali sıkıntılarla birlikte nakit ihtiyacı artmıştır. Bu durum tımar topraklarının merkezî hazineye bağlanmasına yani iltizam hâline getirilmesine sebep olmuştur. İltizam toprakları daha sonra malikâne topraklarına dönüştürülmüştür.
Avarız vergisi, Osmanlı Devleti'nde XVI. yüzyılın sonlarında Müslüman ve gayrimüslimlerden ihtiyaç hâlinde toplanan bir vergi olarak ortaya çıkmıştır. Başlangıçta tarımsal üretimden olağanüstü hâllerde alınan bu vergi hem savaşların uzaması hem de gelir kaynaklarının azalması nedeniyle zamanla düzenli olarak toplanmaya başlanmıştır.
Osmanlı Devleti'nde savaşlara bağlı ekonomik sıkıntılar nedeniyle varlıklı kişilerden imdadiyye adı altında yardımlar da toplanmıştır. Önceleri sefer masraflarını karşılamak için koyulan ve “imdad-ı seferiyye” adı verilen bu vergi, XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren sürekli hâle getirilmiştir. İmdadiyye vergisinin ulemadan da toplanması kararlaştırılınca bu kesimde büyük bir tepki oluşmuş ve padişah da dâhil olmak üzere devlet ileri gelenleri sert şekilde eleştirilmiştir. Sonunda imdadiyye vergisinin ulemadan toplanmasından vazgeçilerek zengin kişilerden alınmasına karar verilmiştir. İmdadiyye vergisi, zamanla adeta bir varlık vergisine dönüşmüştür.
Osmanlı Devleti, XVI. ve XVII. yüzyıllarda ekonomik ve politik açıdan çeşitli zorluklarla karşı karşıya kalmıştır. Avarız, imdadiyye, iltizam gibi yeni vergiler koyarak gelir elde etmeye çalışmış, ancak bu önlemler yetersiz kalmıştır. Uzun süren savaşlar, ekonomik ve politik istikrarsızlık, isyanlar ve ayaklanmalar devletin gücünü zayıflatmıştır.
Osmanlı Devleti, 16. ve 17. yüzyıllarda çeşitli iç sıkıntılarla karşı karşıya kalmıştır. Bu sıkıntılar arasında Celâli İsyanları, Yeniçeri İsyanları ve taht mücadeleleri yer almaktadır.
Celâli İsyanları, 16. yüzyılda Anadolu'da meydana gelen bir dizi isyandır. Bu isyanlar, ekonomik sıkıntılar, toprak dağılımındaki adaletsizlik ve merkezi otoritenin zayıflaması gibi nedenlerle ortaya çıkmıştır. Celâli İsyanları, devleti çok uğraştırmışsa da devlet için ciddi bir tehlike olmamıştır.
Yeniçeri İsyanları, 17. yüzyılda İstanbul'da meydana gelen bir dizi isyandır. Bu isyanlar, ekonomik sıkıntılar, iktidar mücadeleleri ve yeniçerilerin disiplinsizliği gibi nedenlerle ortaya çıkmıştır. Yeniçeri İsyanları, devletin yönetimini olumsuz etkilemiştir.
Osmanlı Devleti'nde, hanedan üyelerinden hangisinin tahta ge- çeceğini belirleyen kesin bir kuralın olmayışı, taht mücadelele- rine sebep olmuştur. Bu taht mücadelelerini kendi çıkarları için kullanmaya çalışan rakip devletler, Osmanlı için her zaman tehlike oluşturmuştur.
Lale Devri Yenilikleri, 1718 Pasarofça Antlaşması’yla başlayıp 1730 Patrona Halil İsyanı’yla biten dönemde gerçekleşen yeniliklerdir.
Topkapı Sarayı’nda ve Yeni Cami’de halkın kullanımı için kütüphaneler kurulmuştur. Yaygın bir şekilde lale yetiştirilmiştir. Lale motifi; dönemin edebiyat, güzel sanatlar ve Batılılaşma hareketlerinin simgesi olmuştur.
Bazı zengin zümreler; batı tarzında ev eşyaları, giysiler, resim ve tablolar kullanılmaya başlamıştır. İstanbul, birçok defa büyük yangınlara maruz kaldığı için Yeniçeri Ocağı’na bağlı “Tulumbacılar” adıyla ilk defa düzenli bir itfaiye teşkilatı kurulmuştur. Padişah ve devlet ileri gelenlerinin düzenlediği eğlenceler ve fener alayları yapılmış, büyük bir israf kültürü oluşmuştur.
Avrupa’ya geçici elçiler gönderilmiştir. Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi Avrupa’ya gönderilen ilk elçidir.
İlk Türk matbaası İbrahim Müteferrika ve Mehmet Said Efendi tarafından kurulmuştur.
Yangın ve depremlerle harap olan İstanbul baştanbaşa imar edilmiş; yeni saraylar, çeşmeler ve suyolları yapılmış; eski cami, medrese ve devlet binaları onarılmıştır. Şehirlere yeni yollar açılmıştır. Batı mimarisi ile binalar inşa edilmiş, süsleme sanatında barok ve rokoko tarzları uygulanmıştır.
Çiniciliğin yeniden canlandırılması amacıyla 1725’te İstanbul’da bir çini atölyesi, bunun yanında bir de kumaş ve çuha atölyesi kurulmuştur. Çinilerde lale motifi kullanılmıştır. Çarşılar denetlenmiş, ürünlerde yapılan sahtekârlıklar kontrol altına alınmaya çalışılmış, iç ve dış ticaret gelişmiştir.
Lale Devri’ndeki yeniliklerin Osmanlı sosyal hayatındaki etkileri olumlu anlamda önemli bir dönemdir.
Kaynakça: Lale Devri Yenilikleri Lale Devri Yenilikleri Üzerine Bir DeğerlendirmeOsmanlı Devleti'nin kuruluşundan itibaren bilim ve düşünce hayatına verilen önem, devletin yükselişinde önemli bir rol oynamıştır. Ancak, XVII. yüzyıldan itibaren Osmanlı ilim ve irfan geleneğinde bir gerileme yaşanmaya başlamıştır. Bu gerilemeyi tersine çevirmek isteyen bazı ilim ve fikir adamları, Batı'daki gelişmeleri takip ederek yeni fikirler üretmeye başlamıştır.
Katip Çelebi (1609-1657), Avrupa ile Osmanlı ilim dünyası arasındaki açığı fark eden ilk Osmanlı âlimi olup Avrupa'da “Hacı Kalfa” ismi ile tanınır. Kendisinden önceki âlimlerden farklı olarak birçok önemli eseri tercüme eden ve Batı'daki ilmî gelişmeleri yakından takip eden Katip Çelebi, Arapça ve Türkçe eserler kaleme almıştır.
Katip Çelebi'nin, batı coğrafya kitaplarından istifade ederek hazırladığı “Cihannüma” adlı coğrafya eseri, Osmanlı ilim ve irfan geleneğinde yeni bir ufuk açmıştır. Cihannüma, İslam coğrafya geleneği üzerine kurulu Osmanlı klasik coğrafya ekolünü değiştirmiş ve yeni bir ekolün yerleşmesini sağlamıştır.
Evliya Çelebi (1611-1682), XVII. yüzyılda yaşamış bir diğer Osmanlı aydınıdır. Kırk iki yıl yaptığı seyahatler sonucunda gezip gördüğü yerleri ve şahit olduğu olayları usta bir ressam bakışıyla “Seyahatname-i Evliya Çelebi” adlı eserinde bir araya getirmiştir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nde gezdiği bölgelerde bulunan inanışlar, gelenekler, kültürel ögeler, yararlı su ve bitkiler hakkında bilgiler vermiştir. Seyahatname'yi okumadan bu geniş coğrafyanın tarihini yazmak mümkün değildir. Eseri toplam on cilt olup yaklaşık dört bin sayfadan oluşmuştur. Bu hacimde bir seyahat eserinin dünyada başka örneği yoktur.
Katip Çelebi ve Evliya Çelebi gibi ilim ve fikir adamları, Osmanlı ilim ve irfan geleneğinin XVII. yüzyılda yaşanan gerilemesini tersine çevirmek için büyük çaba göstermişlerdir. Bu çabalar, Osmanlı Devleti'nin daha sonraki dönemlerinde yaşanan aydınlanma hareketinin temellerini oluşturmuştur.
Sultan IV. Murat, 1623 yılında on iki yaşında tahta çıktığında, yıllarca annesi Mahpeyker Kösem Sultan'ın vesayeti altında saltanat sürmüştür. Bu dönem onun için bir hazırlık devresi olmuş, yaşadığı olaylar onu müşahedelere, incelemelere, düşünmeye sevk etmiştir.
Kuvvetli bir idareye ve dirayete sahip olduğunu ispat eden IV. Murat, ara sıra kıyafet değiştirerek şehirde dolaşıp her şeyin özüne vakıf olmaya çalışmıştır. Devletin idaresini ele almaya hazırlanan IV. Murat, yanında yetenekli devlet adamı Koçi Bey'e sahip olmuştur.
Koçi Bey, Kanuni Sultan Süleyman Dönemi'nden itibaren bozuklukları ele alarak devleti zaafa düşüren sebepleri ortaya koymuştur. Koçi Bey'in tavsiyeleri doğrultusunda IV. Murat, devlet otoritesine aykırı bütün davranışlara son vermeye karar vermiştir. Bunun için güce ve iktidara sahip olması gerektiğinin farkına varmıştır.
IV. Murat, kuralsızlığı ve itaatsizliği şiddetle cezalandırmış ve kötü örnek olanlara gözdağı vermekten çekinmemiştir. Asileri ve zorbaları teker teker temizleyerek toplumda huzuru sağlamıştır.
IV. Murat, yeniçeri sayısının gereğinden fazla olduğunu düşünmüş ve inceleme başlatmıştır. İnceleme sonrası seferde ölenlerin ulufe defterlerinin kullanıldığı, ocakta tutulan defterlere boş isimlerin yazıldığı ortaya çıkmıştır. Sahte isimler tespit edilmiş, usulsüz kayıt yapanlar cezalandırılmıştır.
Yeniçerilerin isyanı üzerine, olağanüstü durumlarda toplanan büyük bir şûra yapılmasına karar verilmiştir. Toplanan şûra; vezirlerin, yeniçerilerin, kadıların ve ulemanın katılımıyla Sultanahmet Meydanı'nda yapılmıştır.
Şûrada "İçinizdeki serkeş, insafsız eşkıya çoğalıp âlemi soyup reayayı dağıttılar. Sonra da ulufe isterler, reaya olmayınca hazine nereden toplanır, eşkıyayı himaye etmeyip, aranızdan çıkarın, eskiden olduğu gibi hizmet verilecektir, ziyade hizmet istemeyiniz." şeklinde konuşan IV. Murat, herkesin emir ve kanunlara itaat etmesini söylemiştir. Meydanda toplananlar, emir ve kanunlara uyarak rüşvet almayacaklarına dair Sultan'a söz vermiştir. IV. Murat, bu yeminli ifadeleri kayıt altına aldırmıştır.
Sonuç: Sultan IV. Murat, güçlü bir iradeye ve dirayete sahip olarak devlet otoritesini yeniden tesis etmiştir. Yeniçerilerin sayısını azaltarak ve isyanlarını bastırarak devletin gücünü artırmıştır. Toplumda huzuru sağlamak için asileri ve zorbaları ortadan kaldırmıştır. Rüşvet ve yolsuzlukla mücadele ederek devlet hazinesini korumuştur. Sultan IV. Murat'ın bu icraatları, Osmanlı İmparatorluğu'nun gücünü ve itibarını yeniden kazandırmıştır.